| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
Siz onları hiç böyle tanımadınız… Elinizdeki kitap, romantizm döneminin en büyük dehalarından birisi olan müzik dehası Chopin’in yaşamöyküsüdür. Bu müzik dehasının yeteneği; aşk-terk edilme, mutluluk-melankoli arasında gidip gelen ruh haliyle kimi zaman düz, ama çoğu zaman ters orantılı olarak şekillendi. XIX. yüzyılın bu büyüleyici bestecisinin kaleminden çıkan o çok neşeli mazurkalar ve polonezler sanatçının en yoğun depresif dönemlerinde yazıldı. Pek çok noktürn ve hüzün dolu balad ise fiziksel ve ruhsal olarak en sağlıklı ve mutlu olduğu yıllarda bestelendi. Otuz dokuz yaşında yaşama veda eden sanatçı, çocukluğundan beri savaştığı amansız hastalığına karşın, yaşamla ve özellikle kendisi ile dalga geçmeyi öğrenmiş bir kişi olarak tarihe geçmiştir. Ülkesi, Çarlık Rusya’sı, Prusya ve Avusturya’nın işgali altındayken, anayurdundan uzak diyarlarda sıla hasreti çeken bir vatanseverdir. Öyle ki, genç yaşta ayrılmak zorunda kaldığı vatanından çok uzakta, Paris’te öldü, ama yüreğinin Polonya’da gömülmesini vasiyet etti. Bu kitap, bir müzik monografisi değil. Çünkü bu kitabın yazarı ne müzisyen ne de müzikbilimci. Ama bu kitap, bir romantik dehanın, Fryderyk Chopin’in özlemlerini, tutkularını, dostlarını, düşmanlarını, kısacası, kısa ama yoğun yaşanmış yaşamını anlatıyor. Harika Çocuk Mikolay Chopin’i 12 yıl önce, yani 1811’de ders vermeye başladığı Varşova Lisesi’nin tüm öğrencileri tanırdı. Fransızca dili ve edebiyatı öğretiyordu. Öğrenciler bu sert ama adil öğretmenden hem korkarlar hem de ona karşı garip bir sevgi duyarlardı. Bay Mikolay’ın ders aralarında koridorlarda dolaşma gibi bir alışkanlığı da vardı. Hızlı ve çevik adımlarla yürürdü. Saçları neredeyse bembeyazdı, yüzü ise kendisini olduğundan daha yaşlı gösteren kırışıklıklarla kaplıydı. Öğrenciler derslerine çalışmadıklarında ya da herhangi bir kurala karşı geldiklerinde, kesinlikle bağırmaz ama delici bakışlarla onlara bakarak susardı. Öyle ki zavallı öğrenci bu bakışa maruz kalmaktansa en ağır cezayı yeğlerdi. Ancak, sert görünümü altında öğrencilerine karşı büyük bir sevgi ve anlayış beslerdi. Bu ilginç adamın bazı gülünç tarafları da vardı tabii. Bol bol tütün içen profesör, kesik kesik ve yüksek sesle öksürür, öksürük aralarında da “gık” diye bir ses çıkartırdı. Kimi zaman derslerde öksürük krizi tutan bu hocaya gülmemek için öğrenciler dudaklarını ısırırlardı. Lehçeyi çok iyi konuşmasına karşın bazı sözcükleri ilginç bir aksanla söylemesi de onun tatlı sert havasına pek uyardı: – Lüüffen bağlaar... alors mes enfants... silence! Her şeye karşı hoşgörülü olan bu öğretmen, Lehçesi ile alay edenleri asla affetmezdi. O anda Bay Chopin birden aslan kesilir, Lehçesine gülen o öğrenciyi bir daha tanımazdı. Çünkü Fransızca soyadına ve Fransız kökenli olmasına karşın kendini gerçek bir Polonyalı gibi hissederdi. Nicolas Chopin, Güney Fransa’da küçük bir köy evinde dünyaya gelmişti. Akıllı bir çocuktu, bir şekilde okuma yazma öğrendiği için, köyün beyinin evinde kâhyalık yapan Polonyalı Adam Weydlich’in dikkatini çekmiş ve kâhya, Polonya’ya döneceği zaman on altı yaşındaki bu genci de yanında getirmişti. Çok genç yaşlarda geldiği Polonya, başlangıçta onu pek de dostça karşılamamıştı doğrusu. Adını Mikolay olarak değiştirmiş ve bir Polonyalı gibi yaşamaya başlamıştı. Dükkânlarda tezgâhtarlık, fabrikalarda işçilik, muhasebecilik yaparak yaşamını sürdürmeye çalışmıştı, uzun süre. Pek kolay değildi o yıllar. Daha sonra Büyük Koşçuşko Ayaklanması yılları başladı. Polonya, ünlü Fransız Devriminin ardından “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” için yola çıkmıştı, ama Bonaparte, Polonya’yı Çarlığın ve Prusya ordusunun kollarına kolayca bırakmıştı işte. O yıllarda genç Mikolay adalete olan inancını yitirmiş gibiydi sanki. Ülkesine dönmek istemiyor, herkesten Fransız kökenli olduğunu saklıyor, Fransız olmaktan utanıyordu adeta. Saraylarda, soyluların çocuklarını eğitmeye işte bu yıllarda başladı. 1802 yılında Kont Skarbek’in çocuklarına eğitim vermek üzere Skarbeklerin Zelazowa Wola’daki malikânelerine gitti. Burada Kont’un uzaktan akrabası olan Bayan Yustyna ile tanıştı. Kendisinden on bir yaş küçük olan bu genç hanıma çok kısa sürede tutulmuştu. Aşkı karşılıksız kalmadı, yoksul ama asil bu genç kız, Lehçe’yi garip bir aksanla konuşan bu genç adamdan çok hoşlanıyordu. 1806’da evlendiler. Bir yıl sonra Ludvika adında bir kızları oldu. Daha sonra küçük bir oğlancık geldi dünyaya, Fryderyk. Arkasından İzabela ve küçük Emilka. Bu dört çocuğu da çok sıcak bir aile ortamında büyüttüler. Bayan Yustyna iyi piyano çalardı. Bay Mikolay ona kemanla ya da flütle eşlik etmeye çalışırdı. Ama doğrusu çok istediği halde ne kemanı ne de flütü iyi çalamazdı. Ludvika ve Fryderyk’te müzikal bir yetenek vardı. Izabela ve Emilia ise edebiyata daha yakındılar. Emilia daha sekiz yaşına girmeden şiir yazmaya başlamıştı. Avrupa’da Napoleon fırtınası esiyordu ama Chopin-lerin Varşova dışındaki Zelazowa Wola’daki evlerinde bu imparatordan hiç de sevgiyle söz edilmiyordu. Bay Mikolay, Napoleon’un Polonya’ya yaptıklarını affetmiyordu, öyle ki Waterloo yenilgisine çok sevindiğini hiçbir zaman gizlememişti. Fakat bu Napoleon fırtınasının yararını da görmemiş değildi hani. Çünkü Fransızca, Polonya’da bu nedenle daha da önem kazanmaya başlamıştı. Fransızca öğretmeni olmak, aranan bir meslek ol-muştu. Böylece aile Varşova’ya geldi. Bay Mikolay, o zamanlarda bir lisede öğretmenlik yapıyordu, artık iyi bir eğitmen olmuştu. Dört çocuğu için planlar kuruyordu. Kızlara iyi bir çeyiz hazırlama çabasındaydı. İyi evlilikler yapsınlar istiyordu. Ama oğlu onun yaşamdaki en büyük umuduydu. Geleceğe ait planları hep oğlunun üzerine kurulmuştu. Bu küçük sevimli oğlan çocuğunun gelecekte büyük bir müzisyen olacağını kim bilebilirdi ki! Bayan Yustyna ilerde oğlunun büyük bir komutan ve önemli bir general olacağına inanıyordu. General Fryderyk Chopin... Kulağa pek de hoş geliyordu doğrusu. Ama küçük Chopin’in müzikten başka hiçbir şeye ilgisi yoktu. Daha küçücük bir bebekken annesi piyanoda yanlış bir notaya bassa, ağlama krizine tutulurdu. Ya da saatlerce annesinin çaldıklarını gıkını çıkarmadan dinlerdi. Müziğe yeteneği olması babasını sevindiriyordu, ama meslek olarak müzisyenliği seçmek... Başlangıçta Bay Mikolay’ın bu konuda çok ciddi çekinceleri vardı. Gerçi müzik çevresinden pek çok kişiyi iyi tanıyordu. Örneğin Jozef Elsner. Ama eğer oğlu müzisyen olacaksa, onlardan çok ileride olmalıydı. 1806 yılında eski dostu, Woyçeh Jıvnı’dan oğluna piyano dersi vermesini rica etti. Uzun boylu, iri yapılı olan bu yaşlı adamın sürekli enfiye çektiği için mosmor bir burnu vardı. Eski moda bir peruk takardı. Fryderyk bu komik görünüşlü adamı çok sevdiği için derslerden sonra gitmesini istemezdi. Onun için de sıklıkla Chopinlerde yemeğe kalırdı, Bay Jıvnı. Bir süre sonra ailenin bir ferdi gibi olmuştu. Jıvnı, XVIII. yüzyılın tipik bir temsilcisiydi. Bach, Haydn ve Mozart, onun için müzik tanrılarıydılar. Hummel, Moscheles gibilerini çağdaş müzisyenler olarak tanıyordu, ama Beethoven ya da Weber’le hiç ilgilenmiyordu. Rossini’nin öncülük ettiği yeni İtalyan müziğine ise hiç katlanamıyordu. Ders almaya başlamasıyla birlikte çocukta ciddi farklılıklar görülmeye başladı. Küçük Chopin, çok geçmeden kendisini dinleyen tüm eleştirmenler, en önemli uzmanlar tarafından geleceğin yıldızı olarak tanımlanmaya başlanınca, Bay Mikolay kadere boyun eğdi; madem öyle istiyordu, Fryderyk müzisyen olacaktı. Günlerini piyanonun önünde geçiren Fryderyk’i büyük ve parlak bir şöhretin beklediği kesindi. Paganini, Clementi ya da Hummel gibi ünlü olmalıydı. Para da kazanmalıydı. Bay Mikolay aç yattığı, ki-tap okumaya çalışarak açlığını bastırıp uyumayı başardığı geceleri çok iyi anımsıyordu. Gerçi o günler geride kalmıştı. Artık bir kazancı ve ailesini barındıracağı güzel bir evi vardı. Hatta büyük usta Buchholz’dan aldığı bir piyanosu bile bulunuyordu bu evde. Mikolay Chopin’in en zayıf yönü, küçük oğlu Fryderyk’e düşkünlüğüydü. Ne var ki bu zayıflığı herkes tarafından saygı görürdü. Zaman zaman ders anlatırken birden susar, pencereye yaklaşır, okulun karşısında bulu-nan evine doğru bakardı. O anda sınıfa kesin bir sessizlik egemen olurdu. Bay Mikolay gözlerini kapar uzaktan gelen piyano sesini büyük bir dikkatle dinlerdi. Bu piyanoyu çalan küçücük oğlunun doğduğu günü düşünürdü. Fryderyk Chopin, 1810 yılının 1 Mart’ında Zelazowa Wola adıyla anılan Varşova’ya yakın bir köy-de doğmuştu. 23 Nisan günü kilisede vaftiz edilmişti. Vaftiz sonrası hazırlanan doğum kâğıdına, doğum tarihini 22 Şubat diye yazmışlardı. Bunun nasıl olduğunu da daha sonra kilise orgcusunun bir köylüye anlattığı hikayeden öğrenmişti. Vaftiz sonrası, papaz, orgcuya sormuştu: – Ne zaman doğmuş bu çocuk? – Ne bileyim, galiba iki ay önce dedilerdi. – İyi o zaman 23 Şubat yazıyorum. – Belki de tam iki ay değildir. – Doğru, o zaman 22 Şubat yazalım. – Soyadı ne? – Garip bir şey, soylu soyadına da benzemiyor. Choppen’di galiba. Acaba bunu yazan papaz bir gün bu çocuğun böyle güzel piyano çalacağını düşünmüş müdür diye içinden gülerdi. Yalnızca Bay Mikolay değil, tüm öğrenciler de öğ-retmenlerinin evinden gelen bu akıcı müziğe, çıt çıkarmadan kendilerini kaptırırlardı. Dakikalarca hep birlikte | ||||||||||||||||||||||