| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
Siz Onları Hiç Böyle Tanımadınız… Faraday’ın hayatı, olağanüstü insanlar arasında en merak edilenlerden biridir. Herhangi bir örgün eğitim almayan, diplomasız ve sertifikasız, 22 yaşına kadar ciltçi atölyesinde çırak olarak çalışan biri, kendi çabalarıyla, kendini tamamen bilimsel araştırmalara adama imkânına kavuşuyor ve beklenmedik bir şekilde birkaç yıl içerisinde bilimin çok sayıda ve çok değerli buluşlarını borçlu olduğu birinci sınıf bir fizikçiye dönüşüp bugüne kadar haklı olarak “fizikçilerin kralı” olarak anılıyor. Böyle bir değişimi Faraday tabii ki kendi dehasının ve azminin yanında, aynı zamanda diploma ve sertifikaya değil, gerçek bilgi ve yeteneğe bakılan ve bilimsel faaliyetler alanında kişisel inisiyatifin yaygın olduğu; formalitelere, resmi sınırlamalara ve bürokrasiye takılmadan yeteneğin uygulamaya konulabilmesine imkân veren İngiltere’de doğmuş olmasına da borçlu. Her ne kadar dış etkenlerin elverişli olması dikkate alınmış olsa da, Faraday’ın tüm çalışmalarına nüfuz eden felsefi düşüncenin olağanüstü genişliği ve insanlığa o zamana kadar bilinmeyen veya araştırılmamış olaylar dünyasını açan keşiflerinin muazzamlığı karşısında hayran olmamak mümkün değildir. Faraday’ın biyografisi, pozitif bilimler tarihindeki yüksek öneminin yanı sıra, bütün maddi çıkarlarını unutacak kadar ve tamamen hak edilmiş bilimsel ödülleri ret edecek kadar geniş özveriyle bilime adanmış bir insanın hayatı olarak da son derece öğreticidir. Özellikle çağımızda tanınmış bilim insanlarının gözünde bile maddi çıkarlar, sık sık saf bilimin çıkarlarını ikinci plana iterken, böyle bir insanla tanışmanın faydalı olmaması mümkün değildir. O, size hiç böyle anlatılmadı… Michael Faraday 22 Eylül 1791 tarihinde fakir bir demirci ailenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldi. Michael’ın ailesi ve çocukluğu hakkında günümüze ulaşan çok fazla bilgi yok. Sadece anne ve babasının –Margaret ve James’in- çiftçi oldukları ve çok zengin olmadıkları biliniyor. Faraday’ın dedesi Robert on erkek çocuğa sahipti. Fakirliklerinden dolayı oğulları çiftçiliği bırakıp başka mesleklere yönelmek zorunda kaldı. Böylece Michael’ın babası demirci, kardeşlerinden kimi ayakkabıcı, kimi ise dokumacı oldu. James mesleğinde ustalaştı ama çok sık hastalandığı için kazandıkları, ancak temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyordu. Ailenin en zor zamanları Michael’ın çocukluğuna denk geldi. XIX. yüzyılın başlarında Napolyon savaşları yüzünden o zamana kadar duyulmamış bir yoksulluk, çoğu Avrupa ülkesini sarmıştı. 1801’de James, Faraday’ın bütün çalışkanlığına ve elinden geleni yapmasına rağmen, maddi durumu o kadar kötüleşti ki, aile sosyal yardım almak zorunda kaldı. Faraday ailesinin fertlerinin birbirine olan bağlılığı ve büyüklerin mütevazı hayat tarzı zor günleri atlatmalarına yardımcı olmuştu. Çocukların almış oldukları eğitim, onların küçük yaştan itibaren dürüst, çalışkan ve yardımsever birer insan olarak yetişmelerini sağladı. Bilim adamının yeğeninin anlattığı bir olay ailedeki çocukların arasında kurulan muhabbeti özetleyebilir. Michael, ilkokula büyük abisi Robert ile beraber gidiyordu. Konuşma güçlüğü çeken küçük çocuk “r” harfini söyleyemiyordu. Ağzından Robert yerine “Vobeft” çıkıyordu. Bu durum sınıf öğretmenini fazlasıyla sinirlendiriyordu. O zamanki eğitim sisteminde fiziksel şiddet de yer aldığından öğretmen, Michael’ı “düzeltebileceği” düşüncesiyle Robert’e bir miktar para vererek bir sopa almasını emretti. Son derece öfkelenen Robert, demir parayı atarak, annesinin yanına, olanları anlatmaya koştu. Sinirlenen anne çocukları okuldan aldı. Bu olay ile birlikte Faraday’ın okul hayatı da noktalanmış oldu. Hiç vakit kaybetmeden meslek seçimini yapıp, para kazanması gerekiyordu. Ve nihayet on üç yaşındaki Faraday, kitapların hem satıldığı, hem ciltlendiği bir kitapçıda çırak olarak işe başladı. Ribo soyadını taşıyan mağaza sahibi, kitapların haricinde gazete de satardı. Gazeteleri posta ile değil, dağıtıcıları aracılığıyla dağıtırdı. Böylece Faraday, bir sene boyunca gazete dağıtıcılığı yapmış oldu. Bir yıllık deneme süresini dolduranlar, ciltçi atölyesine çırak olarak alınırdı. Faraday’a da aynısı uygulandı. Gazete dağıtıcılığı zor bir iş değildi ama yine de on üç yaşındaki çocuğun gücü yetmiyordu. Abonelerin sayısı çok olmasa da (geçen yüzyılın başlarında Avrupa’nın merkezi gazetelerinin tirajı bile şimdiki tirajlara nazaran son derece düşüktü) her gün şehrin farklı uçlarına gitmek ve gazeteleri vaktinde ulaştırmak gerekiyordu. En nihayetinde ünlü bir bilim adamı olduğunda, Faraday, bir gazete dağıtıcısı gördüğünde, ona gülümsemeden yanından geçmiyordu. “Bu çocuklar hâlâ benim içimi titretiyor, bir zamanlar ben de bir gazete dağıtıcısı olduğum için olsa gerek” derdi. Atölye sahibi kültürlü bir insandı ve genç çocuğa iyi davranıyordu. Deneme süresi bittiğinde Michael, memnuniyetle ciltçi atölyesinin çırağı olmayı kabul etti. Faraday ve atölye sahibinin arasındaki sözleşme birçok maddede orta çağ işletmelerinin çalışma şartlarını andırıyordu. Çeşitli engeller çıkartılarak çırağın işinde uzmanlaşıp, ustalığa kadar yükselmesi istenmiyordu. Öğrencilik süresi çok uzundu; bazen on yılı geçtiği oluyordu. Onun haricinde eğitim genelde paralıydı. Günümüzdeki eğitim sistemi, öğrencilerin maaş almasını öngörüyor; o zamanlarda ise tam tersi olurdu; öğrenciler hem işletmenin çeşitli işlerini yaparlar, hem de işletme sahibine, zanaatı öğrettiği için ücret öderlerdi. Ciltçilik zor sayılmazdı ve Faraday’ın eğitim süreci yedi yıl olarak belirlendi. 5 Ekim 1805 tarihinde Faraday ve atölye sahibi arasında imzalanan sözleşmenin bir maddesi şöyle diyordu. “Öğrencinin çalışkanlığı, azmi ve göstermiş olduğu başarısı göz önünde bulundurularak eğitimi karşılığında hiçbir ücret alınmayacak.” Faraday’ın öğrencilik yılları hakkında günümüze fazla bir bilgi ulaşamadı. Yalnızca babasının mektubundan, okulun ilk zamanlarında Michael’ın çok zorlandığı; ama sıkı çalışmasıyla 4 sene sonra mesleğine tamamen hâkim olduğu anlaşılıyor. Babası iki erkek çocuk sahibi olduğundan dolayı artık kurtulduğunu, onun deyimiyle “su yüzüne çıktığını” düşünüyordu. Faraday’ın hayatının erken dönemini asıl ilginç kılan gerçek, kendini geliştirdiği yılların ciltçi atölyesinde geçirdiği yıllarla kesişmesiydi. Herhangi bir hazırlık sürecinden geçmeden ve sabahtan akşama kadar ciltçi atölyesinde çalışan Faraday’ın ne zaman okuma-yazma öğrenip, kimya ve elektriği derinlemesine öğrendiğini bize ulaşan bilgilerden maalesef anlayamıyoruz. Elbette içinde bulunduğu ortamın olumlu etkisi de vardı. Ara sıra, Ribo’nun entelektüel müşterilerinin arasında Londra’nın ünlü bilim adamları bulunurdu. Ziyaretçiler atölyeye yalnızca kitap almak ve ciltletmek için gelmiyordu. Atölye sık sık bilimsel ve hararetli sohbetlere ev sahipliği de yapıyordu. Bu tartışmalar meraklı gençlerin ilgisini çekiyordu. Faraday ciltlenmek için gelen kitapları büyük bir hevesle okuyordu. Yakın arkadaşı, ünlü elektroteknikçi Cornelius Varley (dinamo makinelerinin çalışma prensibini bulan mucit) şöyle diyordu: “Faraday’ı ilk fark ettiğimde bana, onun ‘ciltçi çırağı’ olduğu söylendi. Ama ben onun aynı zamanda kitapların derinliklerine inen, kendisine yeni yollar açan bir kitap kurdu olduğunu söyledim. Yüzlerce insan elleriyle kitaplara dokunur. Kitaplar onlar için harflerin basılı olduğu kâğıtlardan başka bir şey değildir.” Faraday, çok kısa bir süre sonra bütün dikkatini, asıl ilgisini çeken alana verdi. Öğrenciyken elinin altında bulunan bilimsel kitapları okumayı sevdiğini söylerdi. Bu kitaplar arasından Marset’in Kimya Sohbetleri’ni ve Britannica Ansiklopedisi’nin elektrikle ilgili makalelerini beğenirdi. Faraday, bu alanlara yönelip onları daha detaylı öğrenmeye başladı. Okuduğu her konuya eleştirel yaklaşırdı. Ondaki bağımsız analiz edebilme yeteneği erken uyandı. Meşhur İsveç bilim adamı De la Rive’ye yazdığı mektubunda öz eğitimi hakkında şöyle diyordu: “Lütfen benim derin bir düşünür olduğumu ya da erken geliştiğimi zannetmeyin. Zapt edilemez bir çocuktum. Hayal dünyamda hem Binbir Gece’ye hem de Ansiklopedilere inanırdım. Yalnızca, doğal gerçekliklere ayrı bir dikkat ederdim. Sanırım beni kurtaran da bu oldu. Bilimsel bir olguya her zaman güvenebilirdim. Aynı zamanda her iddiaya karşı itirazımı da dile getirebilirdim. Bu şekilde Bayan Marset’in Kimya Sohbetleri kitabında geçen deney dizisini imkânlarımın izin verdiği ölçüde denetledim ve kitabın, anlam verebildiğim kadarıyla, gerçeklere uygun olduğuna ikna oldum. Kimya konusundaki bilgilerim için sağlam çapayı bulduğumu hissettim ve ona sıkıca tutundum. Sanırım Bayan Marset’a beslediğim derin saygı da onun, genç ve sorgulayan bir beyne, doğal bilimlerin müthiş ve sınırsız kapılarını açmasından kaynaklanıyor.” Ama genç araştırmacının sözünü ettiği maddi imkânlar çok kısıtlıydı. Kimya ve elektrik deneylerini düzenleyebilmesi için ekipman gerekiyordu ve Faraday ev yapımı aletlerle ilk “laboratuvarını” açtı.
| ||||||||||||||||||||||