| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
KİTAPTAN BİR ALINTI:Yüzyıllar boyunca her dönem bütün halkların, erdemli hayatı anlatan, doğru yaşamayı öğreten bilge hocaları olmuştur. Bu öğretilerin birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Bunları biz bugün okurken, bu bilgilerin onlara ruhen ve fiziken ne büyük zorluklara mal olduğunu genelde unuturuz. Bu bilge kişilerin bilge olarak doğmuş olduklarını sanır ve hatta bazen onlar gibi bilge doğmadığımız için kıskanırız. Hâlbuki onların çocukluk, gençlik ve yetişkinliğe adım attıkları yılları öğrendiğimizde bu insanların çocukluklarının büyük bir kısmının, gençlik ve yetişkinliğe adım attığı yıllarının, daha sonra bize öğreteceklerine hiç benzemeyen, en fırtınalı yıllar olduğunu görürüz. Önceki hayatlarını öğrendiğimizde onların, doğruluk yoluna girerken ve bu yolda mücadele ederken ne tür zorluklarla karşılaştıklarını anlamaya başlarız. Onların hayat hikâyelerini bilmek bu yüzden öğreticidir. Bunları okudukça hayatımızın öneminin nasıl doğduğumuz ile değil, kendimizi geliştirmek için ne kadar çaba gösterdiğimizle alakalı olduğunu anlıyoruz. Diyojen de işte böyle biriydi… Diyojen, İsa’nın doğumundan önce 414 yılında Karadeniz kıyısında bulunan Sinop şehrinde doğmuştu. Günümüzde bu şehir Türklere aittir, o zamanlar Yunan şehirlerinden biriydi. Orada vatanlarından göç etmiş Yunanlılar yaşardı. Şimdi Sinop küçük, tenha bir kasaba görünümünde; Diyojen zamanındaysa tüm ihtişamıyla büyük bir ticaret şehriydi. Bu şehirde Diyojen’in babası Hicesias, bankerlik veya tefecilik yapıyor, büyük para hareketlerini yönetiyordu. Para, insanı kolay bozar. Cazibesi büyüktür. Parayla her şey satın alınabilir. Para olunca insan kendini hiç bir şeyde kısıtlamaz. Bu uğurda çok insan yok oldu. Hicesiasa da girişimlerine yeterli para bulamayınca sahte madeni para yapmayı öğrendi. Oğlu da babasının izinden gitti ve beraberce sahte madeni para üretmeye başladılar. Ama bu işleri çok uzun sürmedi. Bir gün işçilerden biri onlara sinirlenip ihbar etti ve böylece baskına uğradılar. Babası hapse mahkûm oldu ve orada da vefat etti. Oğlu ise şehirden kaçmayı başardı. Bu süre içerisinde Diyojen artık büyümüştü. Çeşitli yerlerde avare avare dolaşır, geçici işlerden geçimini sağlardı; boş zamanlarında ise yaşaması gerektiği gibi yaşayıp yaşamadığı konusunda derin düşüncelere dalardı. Kafasında bir sürü düşünce vardı ve hepsi birbirine karışıyordu. Kendi de bunlarla başa çıkamıyordu. Kime danışsa kimse yardım edemiyordu ona. Kimi anlayamıyor, kimi gülüyor, kimi acıyordu ona ve “bunun sonu iyi olmaz, akıl hastası olacaksın” diyorlardı. Ama Diyojen bu insanların kendilerinin de yaşam biçiminin doğru olmadığını, doğrunun ne olduğunu bilmediklerinden bu şekilde konuştuklarını gayet iyi biliyordu. Bu düşüncelerle Diyojen Atina’ya geldi. Bilge Sokrates’in bu şehirde yaşadığını daha önce de duymuştu. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğreten bu bilgenin halk tarafından sevildiğini, ancak öğretilerinden dolayı çıkarı bozulanların onu bir suçlu gibi ölüme mahkûm ettirdiklerini; ama öğrencilerinin onun öğretileriyle halkı eğitmeye devam ettiklerini de duymuştu. Diyojen, bu eğitmenlere kulak verdi ve bunların içinden en çok gönlüne yatan bilge Antisthenes’in öğrettikleri oldu. (...) | ||||||||||||||||||||||