| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
ÖNSÖZİki bin yılına yeni girmiştik. TRT Ankara Televizyonu Belgesel Programlar Müdürlüğü’nde Yapımcı-Yönetmen olarak çalışıyordum. “İnançların Kavşağında Anadolu İnsanı” adlı dört bölümlük bir belgesel yapmayı amaçlamıştım. Belgesellerimde, daha önce değinilmemiş konuları işlemeyi yeğlediğim için, ilk işim arşivi taramak oldu. Uzun uğraşılarım sonunda, daha önce ekrana getirilmemiş olan, dört konu belirlemiştim. Bunlardan biri, “Dayanışma ve yardımlaşma” konusunda, insanımızın geliştirdiği örf ve adetlerden, belki de ilk kez duyacağınız “Musahiplik” geleneğiydi. Diğer bir adıyla, “Yol Kardeşliği” de denilen, evli iki Alevi çiftin inançları gereği ömür boyu birbirleri ile dayanışma ve yardımlaşma konusunda anlaşmalarıydı. Yaklaşık, on iki milyon civarında olan Alevi vatandaşımızın uyguladıkları bu töreye göre; evli olan her çift, kendine ömür boyu sürecek bir “Kardeş Aile” seçmek zorundadır. Biyolojik kardeşten de daha ileri gördükleri bu kardeşlik, ailelerin birbirini yakinen tanıyıp, kendi aralarında anlaştıktan sonra, bir kurban alarak, dinsel büyükleri olan “Dede’ye” gidip, kararlarını açıklamalarıyla başlar ve görevli on iki İmam, Canlar ve Bacıların huzurunda düzenlenen bir “Cem Töreni” ile gerçekleşmiş olur. Yardımlaşma/dayanışma üzerine kurulu “Musahip” cem töreni, tam da istediğim gibi, çekirdeğinde inanç olan bir belgesel konusuydu. Adını “Can Kardeşi” olarak koyduğum, yirmi beş dakikalık belgesel önerimi hazırlayıp, yönetime sundum. Kabul edildikten sonra da kolları sıvadım. Üç ay süren araştırmalarım sonunda “Musahip Cemini” Çorum İlimizin Alaca ilçesine bağlı Büyükkeşlik Köyü’nde çekmeye karar verdim. Köy muhtarıyla yaptığım telefon konuşmaları sırasında, Kasım ayında bir törenin yapılacağını öğrendim. Yörede, genellikle bu tür törenler, kış aylarında yapılıyordu. Bu benim için de uygun bir zamandı. Tüm hazırlıklarımı eksiksiz yapabilecektim. Zaman kaybetmeden Büyükkeşlik’e, halk arasında “Nesimi Keşlik” de denilen köye gidip, mekân araştırması ve diğer incelemelerimi yaptım. Amacım, hiçbir yönlendirme olmadan töreni olduğu gibi otantik olarak çekmekti. Tek sorun vardı; köy halkı genellikle Ankara ve Çorum’a yerleşmiş, köyde parmakla sayılacak kadar aile kalmıştı. Muhtardan, musahip aile adaylarının Çorum’daki adreslerini, Ankara ve Çorum’a yerleşen köy halkına ulaşabileceğim telefonları ve köyün Dede’sinin telefonunu edindim. Bundan sonraki işim, önce aday aileleri arayıp, yüz yüze görüşerek törenlerini çekmek için onay almak, Dede’yi böyle bir çekime ikna etmek ve de iki şehre dağılmış olan, köy halkını toplayıp, çekime getirmek için çabalamak oldu. Kolay bir iş değildi. Belgesele katılacak olan insanlar kendilerine özgü törenleriyle, Türkiye’de ilk kez TRT ekranlarında yer alarak, milyonlarca izleyenin karşısına çıkacaklardı. Bu nedenle de genellikle teklifime çekinser kalıyorlardı. Nihayet, altı ay süren yıpratıcı, zor bir süreçten sonra, Çorum-DER Başkanı Cemal Emir’i ve sözü geçen diğer insanları bulup araya sokarak, Dede’yi, aileleri ve ceme katılacak cemaati cem törenine katılmaları için ikna ettim. Bir taraftan da Programa danışmanlık yapacak olan, DTCF Sosyal Antropoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Erginer (Nur içinde yatsın), o günkü unvanlarıyla Doç. Dr. M. Muhtar Kutlu, Dr. Abdürrahim Özmen’den oluşan program danışmanlarımla sık sık toplantı yapıyor, benim de ilk kez yaşayıp göreceğim tören hakkında bilgiler alıyordum. Nihayet, çekim günü gelmişti. Sabah erkenden, program danışmanlarımı, yedi kişiden oluşan çekim ekibimi ve Ankara’da yaşayan iki otobüs dolusu Büyükkeşlik Köylü halkı alarak yola çıktık. Çorum’dan gelen bir otobüs dolusu köylü ile öğleden sonra Büyükkeşlik Cemevi’nin bahçesinde buluştuk. Nihayet, töreni idare edecek olan Dede (Pir/Mürşit), törende görevli olan on iki İmam ve yerleşik köy halkının da bize katılmasıyla, akşamüstü on yedi sularında çekime başladık. Çekim, ertesi sabah saat beşe kadar sürmüş, gün ağarırken cem evinden çıkmıştık. Belgeselci olarak, bir ilki başarmanın mutluluğunu yaşıyordum… Doç. Dr. Muhtar Kutlu hocamın dediği gibi: “Kendi dünyalarımızdan çıkıp, Önyargılarımızdan sıyrılarak, Farklı kültürleri tanımak, anlamak; Belki yalnızlıklarımızın sonu, Belki de kendimizi keşfetmenin bir yolu idi.
Bu belgeselle bunu denedik. Biz sustuk, onlar konuştular. Bu kez yaşamlarına aynayı biz tutmadık. Aynayı tutan da kendileriydi, O aynadan yansıyan da...
Kendi öykülerini kendileri anlattılar.”
Benim öncelikli amacım, yurdumun güzel insanlarının, bu güzel töresini duymayanlara duyurmaktı. Ancak, bu törenin öyküsünü zevkle okuyabilmeniz için, Melek ve Mazlum’un hüzünlü aşk öyküleriyle süslemek istedim.
Sevgilerimle… Korkmaz GÖÇMEN
İnsanlığı ırmağa, kültürleri pınarlara, biz insanları da bu pınarları oluşturan su damlalarına benzetebiliriz. Anadolu’da akan ve insanlık tarihi ile eş olan Alevi-Bektaşi inanç pınarı ise bu pınarların en özel olanıdır. Yani “SERÇEŞME”dir. Binlerce yıl Asya, Ortadoğu ve Anadolu inanç kaynaklarının bir araya gelmesi ile oluşan Alevi-Bektaşi inanç pınarı yaradılış, varoluş ve ibadet yapma biçimi ve her hali ile kendine özel, içtikçe “cana can” katan, benzersiz bir inanç (pınarı) yoludur. Bu yolda kadın erkek, canlı cansız, bitki hayvan, zengin fakir, efendi köle vb gibi ayrım ve ayrıcalıklar yoktur. Herkes ve her şey aynı kıymette ve “BİR”dir. Yani “CAN”dır ve her can birbirinden sorumludur. Sevgili Canlar, bu yol “RIZA” üzerine kuruludur. Rıza alınmadan hiçbir iş yapılamadığı gibi ibadet de yapılamaz. Yine biliriz ki Can olmak ve rıza alıp vermek için eline, beline, diline sahip olmak gerekir. Bu temel yoldan sapan “YOL” düşkünü olur. O halde Can olmak için “DÜŞKÜN” olmamak gerekir. İşte bu kitabın konusu olan “MÜSAHİP” ya da “YOL KARDEŞİ” olmak için de düşkün olmamak en temel şarttır. Anadolu’da bir bölgede yaşanan, iki ailenin yol kardeşliği olayından hareketle iki gencin sevgisini konu alan bu kitabı keyifle okurken Alevi-Bektaşi yolunun, ritüel ve felsefesinin de edebiyat diliyle anlatımına tanık olacaksınız. Son yıllarda ülkemizde edebiyat ya da bilim alanında Alevi Bektaşi kültürü ve diğer sosyolojiler üzerine çalışmaların yoğunlaştığını görmek, özgür ve mutlu bir ülkede yaşama umudumuzu daha da artırıyor. Bu gerçekten hareketle Korkmaz Göçmen gibi cesur yazarlarımızın maddi ve manevi olarak desteklenmesinin, kültürümüzün gelişmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için yaşamsal önem taşıdığına inanmaktayım. Özellikle iş insanlarımızın sektörlerine yaptıkları yatırımlarının çok az bir kısmını da kültürel çalışmalara aktarmalarını canı gönülden arz ve niyaz ediyorum. Bizler biliyoruz ki sadece parasal yatırım, ulus olmak ve ayakta kalmak için yeterli değildir. Ulusu, diğer uluslara göre ayakta tutan, öncü yapan, kültürel gelişmişliğidir. Yukarıda çok kısa olarak anlatmaya çalıştığım gerekçeler ile bu kitabın sizlere ulaşması sürecinde, matbaadaki işçiden yazarına kadar herkese, ama en çok da bu kitabı okuyan sizlere sonsuz teşekkürler ediyorum.
ÖĞÜTLER Dostlarım, kardeşlerim, canlarım Kaldırın başlarınızı Suçlular gibi yüzümüz yerde Özümüz darda durup dururuz Kaldırın başlarınızı yukarı Bize göz verildi, gözleyin diye Dil verildi, söyleyin diye
(Ruhi Su)
Hızır yardımcınız, Gerçekler yoldaşınız olsun… Saygı ve sevgilerimle… Naki DEMİR | ||||||||||||||||||||||